Son derece sıradan başlayan bir Pazar sabahıydı. Leyla erkenden kalktı. Kahvaltıyı hazırladı, çayı demledi, çocuklarının kirlilerini makineye doldurdu, sabah seviyorlar diye krepli, sucuklu yumurtalı nefis bir sofrayı hazır ettikten sonra önce eşini uyandırmak için yatak odasına gitti, saçlarıyla oynayarak müşfik bir ses tonuyla “Hayatım, hadi uyan! Kahvaltı hazır.” Dedi. Çeşitli mırıldanmaların ardından eşi uyanınca çocuklarının odasına gitti ve iki oğlunu da öperek uyandırdı. Pijamalarla sofraya mutsuzca oturan ev ahalisinin neşesini yerine getirmek için çeşitli konular açtı. Hiçbirinin yüzündeki memnuniyetsiz tavırda oynama olmadı, “eline sağlık” diyen olmadı, “nefis olmuş” diyen olmadı, kahvaltı bitimi tabağını kaldıran bile olmadı.
Kahvaltıdan sonra bulaşık yıkamak için mutfağa geçerken eşi seslendi:
“Leyla, izin günün bugün nasıl olsa anneme git onların da evini temizle, yaşlandı temizleyemiyor artık.”
“Tabii hayatım.” dedi Leyla. Haftada tek izin günü olan Pazarı eşi ve çocuklarıyla geçirmek isterdi ama işleri ön plana itilmiş duruyordu şu anda.
Ev ahalisi hazırlanıp dışarı çıkınca Leyla önce bulaşıkları yıkadı, o arada makineye yeni çamaşırları ve nevresimi attı, önceki günden kalan çamaşırları toplayıp katladı, çıkardığı nevresimlerin yerine çiçekli yumuşatıcı kokan yenilerini taktı. Bulaşıktan sonra evini sildi süpürdü, çıkan çamaşırları astı, pilav yapacağı pirinci ıslattı, akşam için yapacağı yemeğin eksik malzemelerini aldı, onları yıkadı. İşleri biterken kapıyı kayınvalidesi çaldı.
“Leyla kovaya suyu koydum hadi gel de temizliği yapalım.” Dedi.
Leyla hazırlanıp kayınvalidesinin evini temizledi, yemeklerini yaptı, kahvelerini pişirip önüne koydu. Çamaşırını bulaşığını yıkadı, camları sildi. İşi biterken akşamüstüne geliyordu saat. Müsaade isteyip evine gitti. Kapıdan çıkarken kayınvalidesi, kayınpederine:
“Görüyor musun elinin ucuyla iş yaptı. Kaç senelik gelinimiz olacak bir de ne faydası vardı da aldıysa Attila bunu?” dedi.
Hüznünü içine atıp evine döndü mükellef bir menü hazırladı. Herkesin en sevdiği yemekleri hazırladı, kendisi için de güzel bir doğum günü pastası hazırladı.
“Hediye almak için ortadan kayboldular kesin.” Diye geçirdi içinden.
Yemekler demlenirken duşunu aldı, makyajını yaptı, kırmızı dizlerine gelen elbisesini giydi ve eşiyle çocuklarının gelmesini bekledi. Çok geçmeden kapı zili duyuldu kapıyı açtı hiçbirinin elinde poşet ya da paket yoktu.
“Olsun varlıkları yeter.” Dedi. Sofrayı kurdu. Eşinin umursamaz bir duruşla sorusu beynini allak bullak etti:
“Ne o bir yere mi gideceksin akşam akşam niye süslendin?”
“Hayır gitmeyeceğim hayatım, bugün benim doğum günüm o yüzden süslendim. Unuttun mu yoksa.?”
“Aman Leyla kaç yaşına geldin, bak boyunca çocukların var hala doğum günü derdinde misin gerçekten?”
“Olmamam mı lazım? Yılın tek bana ait günü bu.”
“Neyse, çocuklar anneniz kesin kendine pasta da yapmıştır. Mum koyun da getirin kutlayalım bari.” Dedi hayat arkadaşı(!)
Pastayı kestikten sonra herkes odasına çekildi kalan her şeyi toparlayıp düzenledikten sonra Leyla kahve yapıp balkona çıktı. 47 yıllık ömrü gözünün önünden geçti. İlk gençlik yılları, eşine aşık oluşu, öğretmen oluşu, gelin olup bu köy evine gelişi, anne oluşu, küçük çocukların gözünde gülüş olduğu meslek hayatı, hiçbir zaman takdir edilmeyişi, durmadan çalışan bir robot gibi iş yapması, kimseye kendini beğendirememesi, bir güler yüzlü eşe, evlada hasret kalışı, kalabalıkların arasında yalnız kalışı, kimseyi incitmemeye çalışırken kendisinin incinmesi…
Gözyaşları sessizce sicim gibi akmaya başladı düşünürken, kahvesi soğudu, akşam serinliği iyice çöktü, içeri girip kahvesini döktü. Yüzünü yıkadı, yatmaya hazırlandı. Çocuklarının üstünü örttü, öptü, eşinin üzerini örtüp yanına kıvrıldı ve uyudu. Bu son uykusuydu. Bunca yorgunluğa ve kırgınlığa dayanamayan kalbi atmaktan vazgeçti. Sabah işe geç kalan eşi dürterek uyandırmaya çalışana kadar Leyla’nın öldüğünü fark etmedi bile. Nefes almadığını anlayınca ambulansı aradı, hastaneye gittiler. Ama her şey için çok geçti. Cenazesini defnettiler, evde mevlit okuttular. Soranlara
“Kalp krizinden öldü.” Dediler.
Halbuki yalandı. Leyla öğretmen kalp kırıklığından ölmüştü. Tüm incinmeleri, hayal kırıklıkları ve içine attıklarıyla birlikte öğrencilerinin dersine gelmesini beklediği gün çocuklara hazırladığı yeni yıl hediyelerini veremeden bu hayattan göçüp gitmişti. Kalanlarsa üç gün ağlayıp hiçbir kırgınlığını anlamadan unuttu onu.