Havaların soğuduğu kahverengi yaprakların rüzgarın peşinde sürüklenip durduğu şu günlerde sonbahar geldi çattı. Bu mevsimi seviyorum. Bunun sebebi son yıllarda edinmiş olduğum bir alışkanlık. Yıllarca gezmek dolaşmak için sıcak günleri bekledim durdum o günler gelince de yandım kavruldum. Sonra dolaşmak için en uygun zamanın aslında soğuk günler olduğunu gördüm. Havalar soğuyunca turistlerin gezmeye üşendikleri yerler harman yeri gibi oluyor işi olanlar ve birkaç ilgilisi kalıyor.
Bu durumu en iyi geçen sene yine bir güz ayında değerli bir arkadaşımla İstanbul’un keyifli
mekanlarını ararken yaşadık. Havanın bir açıp bir pustuğu öğrencilerin okula gitmeye hiç gözünün yemediği yataktan çıkmanın zulüm olduğu bir gündü. Bizde de aksine gezi açlığımız depreşmiş bir vaziyette Sultanahmet’e doğru yürüyorduk. Bu gezimizi epeydir düşünüyorduk fakat bir türlü denk getirememiştik.
Dürüst olmak gerekirse rastgele gezmiyorduk. Rehberimiz, merhum Haluk DURSUN Hoca’nın “İstanbul’u Yaşamak” kitabıydı. Orada anlatılan yerlerin son hallerini teftiş edip kendimizce yorum yapıyorduk.
Meydana çıkınca Ayasofya’yı arkanıza alın solunuzda da Sultanahmet kalsın ve nice gözlerden kaçan Türk ve İslam Eserleri Müzesine hoş geldiniz. Bizans Dönemi hipodromunun üstüne yapılmış, Osmanlı sivil mimarisinin önemli yapılarında İbrahim Paşa sarayı kemerler üstüne yükselen yapısı ile hala göz kamaştırıyor. İçerideki İslam Coğrafyanın dört bir yanından gelmiş parçalar hem bilgimizi hem de düşünce coğrafyamızı genişletiyor. Tüm bunların yanında insana saklı cennet hissi uyandıran iç bahçeli gezinizin sonunda size mükemmel bir dinlenme alanı sunuyor.
Biz de hem soğuğun hem de yorgunluğun etkisi ile sandalyelere kendimizi zor attık. Kendimize gelince kahvelerimizi söyledik kibar çalışanları masamıza kadar uzun bir mesafeyi aşıp kahvelerimizi getirmesi bizi utandırdı. Kahveden bir yudum alıp arkama yaslandığımda hissettiğim duyguları anlatmak hakikaten çok güç. Sağımda İbrahim Paşa Sarayı hem ihtişamı hem de efendiliği ile duruyor. Solumda ise; geniş saçakların altında önde hipodromun ortasında aslen Mısırlı olup Bizans Nişanesi Dikilitaş arkasında Osmanlı’nın İstanbul’a bastığı en güzel mühürlerinden Sultanahmet’in minareleri gözüküyordu. Minare ile aramızdaki asırlık çınarlar adeta bir görüntü şenliği oluşturuyor. Rüzgarın etkisiyle dallardan gelen sesler insanı başka bir dünya ya götürüyordu.
İstanbul her köşesi ile büyüleyici, nicelerinin düştüğü bu zahmetli ama bir o kadar da keyifli yola sizi de davet ediyor…